Osmanlıca gerçeği.. Ünlü gazeteci Ahmet Altınkaya yazdı

“Ya arkadaş topa girmeyeyim diyorum diyorum olmuyor.
Yahu kimi kandırıyorsunuz?
Neymiş yeni nesil Osmanlıca bilmediği için mezar taşlarını okuyamıyormuş.
Osmanlıca, Farsça ve Arapça okuyabilen bir tarih mezunu olarak bende mezar taşları okuyamam.
Zira mesele o semitik alfabeyi öğrenmek değil.
Öğreneceğin şey matbu Osmanlıca olacak.
O mezar taşlarını okuyabilmek için Osmanlıca bilmen yetmez Arapça ve Farsça’da bilmek gerek.
Kaldı ki diyelim bildin bu sefer divani, kufi, nesih, siyakat vs.gibi 50 küsur Osmanlıca yazı diline hakim olmak gerek.
Öğrenciliğim boyunca 4 yıl Gülhane Parkı Alayköşkü’nün tam karşısındaki Başbakanlık Devlet Arşivleri binasında gönüllü araştırmacı olarak bu yazı çeşitlerini okumaya çalışmıştım.
Osmanlıca bilmekle tüm tarihi belgeleri okuyabilmek asla mümkün değil onu orada öğrendim.
Yani bırakın milletle kafa bulmayı.
Osmanlıca öğrenip de bir mezar taşı okuyabilenin alnını karışlarım.”

“600 yıl boyunca resmi yazı dilimiz zaten Osmanlıcaydı.
Ancak Osmanlıca diye bir şey yok aslında.
Osmanlıca uydurulmuş bir isim.
Uydurulduğu ana diller ise Arapça ve Farsça.
Dolayısıyla kullanılan alfabe şimdiki latin Alfabesi değil Semitik alfabe.
Yani Osmanlıca tabir edilen veya Arap harfleri denilen alfabe.
Osmanlıca bir metin okuduğunda bunun yüzde 50’si Arapça kelimelerden yüzde 30’u Farsça kelimelerden ve yüzde 20’si de Türkçe kelimelerden oluşur.
Senin adın benim adım bile Arapça.
Ama son zamanlarda yani 18. yüzyıl sonu ile 19. yüzyılda dilimiz Arapça ve Farsça kelimelerden epey arındırılmıştı. Ve o zaman Türkçe konuşmalarımızı da Osmanlıca denilen semitik alfabeyle yazar olmuştuk.
Ancak Arap ve Farsi dillerin yapısı, eklemeli diller sınıfındaki Türkçe’mize bir türlü uyum sağlamıyordu. Mesela bir ‘y’ harfi bir cümlenin sonuna geldiğinde hem ‘i’ hem ‘ü’ okutabiliyor.
Veya bir ‘he’ cümlenin sonuna geldiğinde hem ‘e’ hem ‘a’ okutabiliyor.
Ve bu kavram kargaşasına yol açıyordu.
Aslında ihtiyaç nedeniyle Latin Alfabesine geçildi.”

“Ve dilimizde çok sayıda mükerrer (birbirinin aynısı) kelimeler oluşmaya başladı.
Hatta bak size bir tanesini yazayım.
“Bab-ı Ali kapısından mürur edip geçerken, yek bir atlı süvariye tesadüfen rast geldim”.
Bir tekerleme gibi görünen bu cümle aslında birbirinin aynısından oluşan kelimelerden oluşuyor.
Yani Bab-ı Ali kapı demek. Bizim basının da mecazi adıydı biliyorsunuz.
Sadrazamın konağının bulunduğu yerdi.
Anlamı, devlet kapısı yani ‘Mürur etmek geçmek’ demek.
Hatta eskiden pasaportlara mürur tezkeresi denirdi. Geçiş tezkeresi yani.
Yek tavladan bilirsin ‘bir’ demek. Atlı ve süvari aynı şey.
Tesadüf ve rastlantı da aynı anlamı taşıyor.”

“Hazır bu konu açılmışken Osmanlıca’nın bizim dil yapımıza uymadığını bir örnekle daha anlatmak isterim.
Osmanlıca’nın temeli olan Arapça ve Farsça sülasi denilen (yani üç demek) 3 harfli kelime kökü ve bunlardan türeyen cümlelerden oluşur.
Yani, her Arapça ve Farsça kelimenin kökü 3 harftir.
Mesela benim ismim Ahmed. Orijinali budur.
Ahmed yani, Sülasi ‘he’, elif ve ‘d’ harfleridir.
Yani kökteki 3 kelimenin birleşik hali “hamd” okunur.
Buradan kelimeler türer.
Mesela Muhammed, Hamid, Mahmud, Ahmed, Hamdullah, Mehmed vs böyle türer gider.
Ama Türkçe eklemeli diller yapısındadır.
Yani belli bir kelime köküne hep ekler getirilerek kelime ve cümleler oluşturulur.
Mesela Göz. Gözlük. Gözlükcü. Gözlükcülük veya Göz. gözcü.gözetmen vs.”

Ahmet Altınkaya