Gazetecilerin Rıfkı Babası. Özkan Altıntaş yazdı

Rıfkı Baba - Rıfkı Kadam

Gazetecilerin Rıfkı Baba’sı…

Özkan Altıntaş , Türkiye Turizm’com’da “Gazetecilerin Rıfkı Baba’sı” başlıklı aşağıdaki yazıyı yazdı.

ÖZKAN ALTINTAŞ
Kimseyi ayırt etmezdi. Yüreği insan sevgisi doluydu…
Topaç gibiydi. 1.60 boyu vardı. Ama sevgi dolu yüreği boyunu aşardı.

Hele hayvanlara olan sevgisi sanki herşeyin üzerindeydi. Kedilere köpeklere “evlat” derdi.
Belediyenin itlaf ekipleri herhangi bir yerde kıyıma giriştikleri zaman ondan çekecekleri vardı. Telefonu elinden bırakmaz, itlaf ekiplerinin yetkilisini bulur onlara lanetler yağdırırdı.

En çok konuştuğu kişiler hayvanları koruma derneklerinin yöneticileriydi. Hayvanlara yönelik en küçük bir olayda onları ayağa kaldırır, pankartlar astırır ve onlarla bir olup sokaklarda eylemler yapardı.

Hatta sıcak ülkelere göç ederken yaralanıp İstanbul üzerinde düşen leyleklerin bile imdadına koşardı. Bütün güvenlik güçlerini alarma geçirir. Hayvanları hastanelere taşıtırdı.

Bir gün Fatih’te çukura düşen leyleği kurtarmaları için itfaiye ve polise haber verdi. Onlar ilgisiz kalınca ortalığı ayağa kaldırmak için “Yangın var” diye ihbarda bulundu. Polisleri ve itfaiyeyi olay yerine gönderdi. Sonra yaptığı işin yanlış olduğunu bile bile gülerek “Leylek kurtuldu. Yavrucak kurtuldu” diye sevindi.

TELEFON AÇILMAZSA “AÇSANA… AÇSANA” DİYE BAĞIRIRDI

Beyazıt Kulesi’ndeki itfaiyeciler… Boğazdan geçen gemilere yol veren kılavuz kaptanlar… İstanbul’un tüm karakolları ve polisleri… “Rıfkı Baba” adını ezberlemişlerdi.

Polisler Hürriyet muhabirlerine “Siz de bir Rıfkı Baba var. Bizi her gün arar. Derdimizi, sıkıntımızı sorar. Bizi rahatlatır. Aramasa aklımız kalır. Kim bu ?” diye sorarlardı. İnsanları adıyla sanıyla arar, aradığı kişiye kolay ve mutlaka ulaşırdı. Ezberinde yüzlerce telefon vardı. Cilt cilt telefon defterlerinde olmayan kişinin adı yoktu.

Birisi telefon numarası sorduğu zaman o kalın ciltleri evirir çevirir o karmaşık notların arasından aradığını kısa sürede bulup cevap verirdi.
Veya masasının üzerinde karalama şeklinde yazdığı notlarının arasından aradığı kişinin adını ve telefonunu “şıppadanak” bulurdu.
Telefonun numaralarını parmaklarını hızlı ve sert hareket ettirerek dövüşür gibi çevirir. Tuşlu telefonları döver gibi tuşlardı.
Daha karşı taraf açmadan “Alo! Alo” diye bağırırdı. Açmakta gecikince de “Açsana…Açsana” diye bağırırdı.
Hele bir “Alo” deyişi vardı “tınısı” ve “müziği” dinlemeye değerdi.

KİM NERELİYSE O DA ORALI
Bir karakolu ararken karşısına çıkan polislere ilk sorusu “Nerelisin?” oluyordu. Memleketini öğrenince hemen yapıştırıp “Ben de oralıyım” derdi. Ve eklerdi “Bir kahveni içmeye geleceğim. Bir kahvenin kırk yıl hatırı var” derdi. Ama hiçbir zaman o karakollara gidemedi. Sadece yılbaşlarında belli haber kaynaklarına takvim, kalem defter dağıtmak için çırpınıp dururdu. Baba’nın hediye dağıtmakta ki telaşını gören herkes kendi kontenjanından onu takviye ederdi.
Rıfkı Baba yemek yemeyi çok severdi. Herkesin elinden yemek fişlerini toplar saat 11.00 sıralarında kafeteryada yemeğe çıkardı. Saat 14.00’e doğru çıkar bir daha yemek yerdi. Bu arada kafeteryadaki aşçılarla sohbet ederek kediler ve köpekler için mutfakta kalan yemekleri ayırıp torbalara doldurturdu.

BABA, İTALYA SEYAHATİNİ SAKLADI

Yurtdışına görevden dönen muhabirlerin cebinde kalan yabancı bozuk paraları toplayarak biriktirdi. Ve hayatında ilk kez İtalya’ya oturan kızını görmek için bir haftalığına sessizce yurt dışına gidip geldi. Seyahatinin duyulmaması için elinden gelen gayreti gösterdi. Duyanlar sorunca da “Zengin olduğumu zannedecekler. Aman sus… sus!” diyerek işaret parmağını dudaklarının üzerine kapatırdı.

AHİZEYLE MASANIN ALTINA GİRER KÜFÜR EDERDİ

Bazen karşısındaki kişi onu kızdırırdı. O zaman kimse duymasın diye telefonun ahizesi kulağında masanın altına eğilir ve “Ben senin ananı, avradını sülaleni sinkaf ederim. Ben seni… Ben seni…” diye bağıra bağıra küfür eder ve telefonu bütün gücüyle “taak” diye kapatırdı. Sonra da başını kaldırır ve kimse duydu mu diye çevresine bakınırdı. Bakanlar olursa utanırdı.

“Evladım bu insanlar adam olmuyor” derdi.

Biz onun bu halini bilirdik. Duyar duymamazlıktan, görür görmemezlikten gelirdik.

Ama aramızda ki hinler durur mu…

Başta Şakir Şad ve Mahir Çerçi, Baba’nın kızdığını görünce hemen yanına seğirtirlerdi. “Baba seni kim kızdırdı” diye sorarlar ve ona içini döktürürlerdi.

Baba telefondaki kişiyi unutur kendi dertlerini anlatmaya başlardı.

GAZETEYE İMTİHANLA GİRDİ

“Hepsi gazete için.Yaptıklarımın hepsi gazete için ama kıymet bilen yok. Gene parsayı başkaları topluyorlar. İşi biz veriyoruz malı onlar götürüyorlar. Yukardakilerin bundan haberi yok. Bir kere çağırıp bu da senin hakkın diyen olmadı” diyerek kendi verdiği istihbarat sonucu haftalık ödül listesinde para alanların adını bir bir sayardı.

“Ben bu gazeteye imtihanla girdim. Hem de birinci oldum. İstanbul Barosu’nun kayıtlı avukatıyım, Keşke avukatlık yapsaydım diye hayıflanınca…

“Yapsaydın baba…” diyenlere…

“Bizden geçmiş… Bu gazetecilik bizim kanımıza işlemiş… Bizim yaşamımız bu… Ben yalan söyleyemen. Avukatlık doğru adam işi değil” derdi.

YAKTIN BİZİ BABA

Foto muhabirlerine “Fotoğrafçı parçaları” derdi. Ama onları severdi. Hepsini ite kaka zorlayarak işe gönderirdi. Muhabirler onun verdiği istihbaratla işe giderken “Yaktın bizi baba…Bir boş olsun dönüşte görüşürüz” derlerdi. O aldırmaz “Gittiğiniz yerden mutlaka beni aramadan dönmeyin. Ben size gelişmeleri haber veririm” derdi. Bazen muhabirleri yanlış ihbarla işe gönderdiği ortaya çıkınca “Yaktım çocukları… Yaktım” diye dövünürdü.

FOTOĞRAFÇI PARÇALARI

Kelebek gazetesinin yaş gününün olduğu bir gün gazetenin merdivenleri sanat dünyasının gönderdiği çiçekler çelenklerle dolmuştu.
Foto muhabirleri aralarında bir olup “Baba’ya bu çelenklerden birini gönderelim” diye karar vermişlerdi.
Nitekim yaklaşık iki metreboyunda bir çelengi “Baba’ya bu yakışır” diye uygun bulmuşlardı. Çelengin üzerine “Fotoğrafçı Parçaları” diye kağıt iliştirerek iki çocukla Rıfkı Baba’ya gönderdiler.
Rıfkı Baba İstihbarat Servisi’ndeki kulübe gibi odasında otururken iki çocuk getirdikleri koca çelengi küçücük odanın kapısının önüne koyup adeta kapattılar.
Rıfkı Baba koca çelengi güçlükle iterek odadan dışarı çıktı.
Şaşırmıştı.
Getiren çocuğa “Oğlum kim öldü?” diye sordu.
Çocuklar “Ölen yok. Bunu Rıfkı Kadam’a gönderdiler” deyince Baba “O benim” diyerek çiçeğin üzerindeki yazıyı aldı.
Kağıdın üzerindeki “Fotoğrafçı Parçaları” yazısını görünce “Evlatlarım beni düşünmüşler” diyerek koca çelenge sarılarak ağladı.
O koca çelenk küçücük odanın kapısı önünde akşama kadar kaldı.

ALEV RESMİ LAZIM BİRAZ GAZ DÖKÜN

Rıfkı Baba yangın ihbarı gelince adresi alır ve itfaiyeye “Alev var mı ağabey. Alev var mı?” diye sorardı. Sonra can kaybı olmadığını öğrenince “Çok şükür kimseye bir şey olmamış” diye çocuklar gibi sevinirdi.

Gönderdiği muhabirlerin arkasından itfaiyeyi arayıp “Aman söndürmeyin çocuklar yolda. Bize alev resmi lazım. Üzerine biraz gaz döküp tutuşturun” derdi.

Adliye olaylarında kavga çıkınca polisi arayıp “Aman ayırmayın dövüşsünler çocuklar yolda. Kavga resmi çeksinler sonra ayırırsınız” şeklindeki konuşmaları hala kulaklarımdadır.

Hele bir işi başarıyla sonuçlandırınca yerinden kalkar servisin ortasında masalara vurarak bir tur atar ve rahatlardı.

Bazen telsizi dinlerken öne doğru kaykılarak uyurdu. Birdenbire uyandığı zaman gören oldu mu diye çevresine bakardı. Onun uyuduğunu gören rahmetli Alaettin Büte çevresindekilere “Bak Rıfkı uyuyor” der sonra telefon eder “Uyuma!” diyerek onu uyandırırdı. İkisinin arasında daima gizli bir rekabet ve geçimsizlik vardı. Birbirlerini hiç sevmezlerdi.

GÜNÜ ŞAŞIRIP GAZETEYE GELDİĞİ BİLE OLURDU

Rıfkı Baba her sabah 07.30’da gelir 18.30’da çıkardı. Kış kar kıyamet dinlemez köpeğini beslemek için Büyükdere deki yazlık eve giderdi. Akşamları elinde naylon torbalar, içinde gazeteler, kağıtlar, notlar ve cilt cilt telefon defterleri olduğu halde yola çıkardı. Evinde de sürüyle kedi beslerdi. Onlara akşamları torbalar dolusu yiyecek taşırdı..

Rıfkı Baba arada bir şaşırırdı. Bir gün günleri şaşırıp Pazar günü işe geldi. “Bugün cumartesi değil mi?” diye sordu. Pazar olduğunu öğrenince “Yanlış oldu” diyerek durmadan gitti.

BABA KADINLAR TUVALETİNE GİRİNCE NELER OLDU?

Hele Gazete gazetesinde iken asansöre binerek yanlışlıkla kadınlar tuvaletinin olduğu beşince kata bastı.Kapı açılınca o hızla kadınlar tuvaletine daldı. Onun kadınlar tuvaletine girdiğini gören Uğur Onur Urhan fotoğraf makinesini kaptı ve “Çocuklar baba kadınlar tuvaletine girdi. Çaktırmayın resmini çekeceğim” dedi.
Gidip tuvaletin üzerinden bir flaş patlattı.
Baba önce anlamadı dışarı çıkınca Uğur’un ikazı üzerine durumu anladı ve “Tüh be kadınlar tuvaletin girmişiz iyi ki içerde kadınlar yoktu. Rezil olacaktık” dedi, Çocuklar “Baba Uğur resmini çekti” deyince kıyamet koptu.
Baba filmi istedi. Çelimsiz Uğur “Bastıracağım” deyince yakasına yapışıp altına aldı.
Bütün servis Uğur’u Baba’nın elinden zor aldık.

YILDIRIM ÇAVLI’YA “DEVE” DERDİ

Rıfkı Baba rahmetli Yıldırım Çavlı’yı uzun boylu, lafını bilmez, patavatsız ve sık sık kendisine takıldığı için sevmezdi. Hatta Yıldırım servise girince “Hah! Deve geldi” derdi.

Yıldırım’da Baba’nın zaaflarını bilir ona göre hareket ederdi.

Rıfkı Baba para canlısıydı. Yıldırım görevle yurt dışına gidip geldiğinde cebinde ne kadar bozuk para varsa Baba’nın önüne döker “Baba bunlardan bende çok var. Al senin olsun” diye verirdi.

Para canlısı Baba bu hareket üzerine “Ben seni severim iyi çocuksun” derdi.

Günlerden bir cumartesi günü Yıldırım Çavlı elinde bir altın lira ile servise geldi. Masasına oturdu ve elindeki altın lirayı Rıfkı Baba’ya göstere göstere şaklatarak oynamaya başladı. Hatta arada bir havaya atıyor ve tutuyordu. Baba’da havaya çıkıp tavana vurduktan sonra düşerken Yıldırım’ın ustalıkla kaptığı altın lirayı izliyordu.

Yıldırım bu hareketleri yaparken bir yandan da “Bana büyük miras kaldı. Göztepe’nin yarısı benim oldu. Bu da kalan altınlardan biri” diyerek masanın üzerinde altın lirayla fırdöndü oynamaya başladı. Birazdan baba yerinden kalkıp geldi. “Evladım oynama. O kıymetli şey. Kaybolur. Sok onu cebine” demeye başladı. Yıldırım onun oltaya takıldığıın görünce “Ne zararı var baba. Bundan ben de çuvalla var. Benim için değeri yok” dedi ve oynamayı sürdürdü. Baba yerine otururken “Devede akıl olsa eşek çekmez…” diye söyleniyordu.

BABA, ALTIN LİRANIN PEŞİNDE

Yıldırım altın lira ile oynarken bir ara elinden kaçırdı. Yere düşen altın lira yuvarlanarak masaların arasında kaybolup bir köşeye gitti. Rıfkı baba oturduğu yerden “Ben sana dedemiş miydim.bak kayboldu işte” dedi. Yıldırım istifini bozmadan “Kaybolursa kaybolsun. Bende ondan çok var. Bulanın olsun. Gidip bir çay içeyim” diyerek servisten çıktı.
Rıfkı Baba onun altın lirayı aramadan gitmesine şaşırmıştı. Yıldırım servisten çıkınca hemen masaların altına girerek altın lirayı aramaya başladı. Heyecan içinde arıyor fakat bulamıyordu.
Telaş içinde yerine otururken “Devenin yaptığına bakın canım altını kaybetti. Kim bilir hangi deliğe girdi. Bu adam uslanmaz” diye söyleniyordu.
Ama aklı hala bulamadığı altın liradaydı. Aslında Yıldırım arkadaşlardan biriyle bu oyunu hazırlamıştı. Altın lirayı düşürdüğü zaman birisi onu yerden alacak ve babaya kayboldu zannettireceklerdi.
İşte o gün Rıfkı Baba bu oyunu yuttu ve akşama kadar altın lirayı aradı.
Akşam üzeri Yıldırım arkadaşından aldığı altın lirayla masaya oturup yeniden oynamaya başladığında hemen atılıp “Buldun mu?” diye sordu. Yıldırım pişkinlikle “Yok canım ofis boyu gönderip yenisini aldırdım” diyerek Baba’yı çileden çıkarmaya devam etti. O gün Baba gazeteden çıkarken “Bu devede hiç akıl yok. Zaten boyu uzun olanlar da hayır yoktur. Adam deli” diyordu.

RIFKI BABA VE SERACO

Rıfkı Baba’nın gece nöbetleri çok ünlüydü. Onunla nöbete kalan muhabirleri sabaha kadar uyutmaz, iş üstüne iş yaratırdı.O dönemde en büyük rakibi Milliyet gazetesinde gece muhabiri “Seraco” diye çağrılan Seracettin Zıddıoğlu’ydu.
Polis telsizinden bir adamın karısın öldürdüğü yolunda ihbar geldi. Hemen bir muhabirle olay yerine giden Rıfkı baba Seracettin’in daha önce geldiğini görünce suratını astı.
Ancak Seracettin’in henüz ölen kadının resmini alamadığını öğrenince memnun oldu. Hemen polislere yanaşıp “Kuzum canım, evladım biz kendimiz için istemiyoruz. Kamu oyu için istiyoruz…” diyerek görevli polislerden ölen kadının kimliğini istedi. Seracettin’de ona yardım ediyordu.
Rıfkı Baba’nın bağlamaları ünlüydü.
Karşısındakini ikna etmek için lafı evirir çevirir dolaştırır, konudan konuya atlar, bir açık noktasını yakalamaya çalışırdı.
Yaklaşık yarım saat süren bir uğraşı sonucu polisleri ikna etti.
Foto muhabiri kadının kimliği üzerinden resmini çekince görevinin bir bölümünü tamamlamanın rahatlığı içindeki Rıfkı Baba Seracettin’e dönüp “Biliyorsun ben avukatım. Hukukçuyum. Şimdi olayın hukuki durumuna bakalım neymiş…” diye Savcı rolü oynamaya başlayınca Seracettin gülmekten kırıldı.

NEHAR TÜBLEK BİLE FIRÇA YEDİ

Karikatürist Nehar Tüblek Hürriyet’in Günün Hikayesi köşesinde çizdiği karikatürdeki kişinin adını “Rıfkı” olarak kullandı diye Rıfkı Baba’dan fırça yedi.
Sabah gazeteyi eline alan çocuklar “Bak baba Nehar bey senin karikatürünü yapmış” diye gaz verince olan Nehar Tüblek’e oldu.
Elinde gazete Nehar beyin kapısına dayanan Rıfkı Baba “Bu memlekette başka isim yok mu?” diye ondan hesap sormuştu.
Baba adının kullanılmasını değil fotoğrafının çekilmesini bile istemezdi.
Basın kartında bile yıllar önce çekilmiş fotoğrafı yer alırdı.

KÖPEK İTLAF HABERLERİ

Rıfkı Baba’yı kızdırmak için istihbarat servisindeki muhabirler gazeteye köpek itlafı ile ilgili haberler yaparlardı.
Ertesi gün ellerine gazeteyi alıp babaya gösterip “İşte haberi bu yaptı” diye haberi yazan muhabiri gösterip Baba’nın kara listesine sokarlardı.
Kara listenin başında Oktay Şengüler ile Ümit Görker yer alırdı.
Rıfkı Baba onları görünce “Bunlar köpek düşmanı. Vicdansızlar …” derdi.

Bazen başka gazetelerde yer alan köpek itlafı veya hayvanlara kötü muamele içeren haberleri gösterirlerdi. Baba o gazetede ki haberi yazan muhabiri bulup telefonda canına okurdu. Bu hesap sormalardan nasibini alanlar arasında Sabah gazetesinden Ahmet Vardar’da vardı.

Baba kızınca sağ elini uzatır, dişlerini sıkar ve “Sokar alırım. Benim bir kaç leşim var “ diyerek karşısındakinin ciğerlerini sökeceğini söylerdi. Hareketi fazla hızlı yapınca kolu yerinden çıkar, onu tutup yerine yerleştirirdi.

Bir gün Ateş Çelik, “Köpekleri öldürmeleri iyi oluyor. Pislik yaratıklar” diye şaka yapınca onu Cağaloğlu’ndan Eminönü’ne kadar kovaladı.

Kendini zor kurtaran arkadaş dışardan telefon ederek Rıfkı Baba’nın kızgınlığının sürdüğünü öğrenince o gün işi dönmedi. Ertesi gün Baba’nın siniri yatışınca işe geldi.

SADETTİN TEKSOY’U BABA’NIN KIZINA BAŞ GÖZ ETMEYE KALKTILAR

Hürriyet gazetesi Cağaloğlu’nda iken bir gün Rıfkı Baba, Kasım Gence ile kafeteryada yemeğe çıktı. Birazdan Mahir Çerçi ile Sadettin Teksoy’da yemek tepsilerini alarak yanlarına oturdu.

Oradan buradan sohbet ederlerken birden Kasım Gence Sadettin Teksoy’a dönüp “Sado hadi çekinme babaya anlat” dedi.

Sadettin şaşırmıştı “Neyi anlatacağım”.
Kasım üsteledi “Hadi hadi çekinme anlat” Baba’da meraklanmıştı “Ne oldu evlat anlatsana” demeye başladı. Sadettin şaşırmıştı ciddi ciddi “Ne anlatacağım. Biliyorsanız siz anlatın ” dedi.

Bunun üzerine Mahir Çerçi konuşmaya başladı. “Baba biz Sadettin için seninle hayırlı bir iş yapacağız. Bütün çocuklar toplanıp senin eve geleceğiz. Allah’ın izni Peygamberin kavli ile senin kızı bizim Sadettin’e isteyeceğiz. Sadettin senin kızı çok beğenmiş. Hem bak Sadettin uzun boylu, çocuklarında uzun boylu olur..” deyiverdi.

Rıfkı Baba bir Mahir’e bir Sadettin’e bir de Kasım’a bakıp yemeği orada bırakıp kaçtı. Sonra bir ay Sadettin Teksoy’la konuşmadı. Aslında Sadettin’in olaydan haberi yoktu. Kasım’la Mahir bir olup hem Sadettin’I hem de Baba’yı makasa getirmişlerdi.
Olan zavallı Sadettin’e olmuştu.
Baba bir ay boyunca konuşmadığı gibi kin dolu bakışlarla hep Sadettin’i izledi.
Neden sonra araya birileri girdi de Sadettin’le aralarını yeniden buldu.

SİLAHLARDAN ÇOK KORKARDI
Rıfkı Baba oldu. Silahlardan çok korkardı.
Hatta Kasım Gence bazen silahını masanın üzerine bırakıp gidince arkasından birini gönderip silahını çekmeceye koydururdu.
Bir gün Sadettin Teksoy gazetenin önünde duran trafik polisi Kadir’in Smith Wesson marka büyük toplu silahını beline takıp servise girdi.
Onun böyle belinde silahla girişini ilk gören Rıfkı Baba oldu.
Yanına gidip “Evladım onu ortadan kaldır şeytan doldurur” demeye başladı.
Sadettin hiç oralı olmayıp silahla oynamaya başladı.
Bir ara silahı silahı Rıfkı Baba’ya doğrultup şaka yaptı.
Hemen yerinden fırlayıp İstihbarat Şefi Mehmet Türker’in odasına dalan Rıfkı Baba “Bu beni öldürmek istiyor. Kurtar beni” diyerek şikayet etti.
Mehmet Türker, arkasına saklanan Rıfkı Baba ile odasından çıkıp “Sadettin Rıfkı Bey’i rahat bırak, silahı sahibine ver” dedi.
Sadettin denileni yapıca Baba yerine oturdu.
Sadettin’in kendisini nasıl öldürmeye çalıştığını akşama kadar herkese anlattı.

BABA’NIN HÜRRİYET’TEN KOVULMASI

İşte Rıfkı Baba böyle hassas bir insandı.

Bir gün babayı Hürriyet gazetesinden kovdular…

O gün gazetenin istihbarat servisine bomba düşmüş gibi oldu. Herkes ne yapacağını şaşırmıştı. Şimdi Baba’sız ne olacaktı. “İyi oldu gitti” diyenlerde oldu. Ama büyük çoğunluk onun gazetesiz olmayacağını biliyorlardı.

Ekşi ekşi kokan terine… Kir pas içindeki gömleğine… Buruşuk pantalonuna… Masasının üzerinde cilt cilt defterlerine… Masanın altında duran torbalar dolusu gazetelere… İnsanlarla tokalaşırken arada bir çıkan ve yerine taktığı koluna… Telsizden enemli bir anons geçince “Durun! Durun!” diye bağırmasına çok alışmışlardı.

Artık Baba evine kapanmış, dünyaya küsmüştü… Kedileriyle başbaşaydı…

Arayanlara “Ağabeyimin yanındayım” diyordu. Ama aklı onca yıldır çalıştığı gazetedeydi. Yıkılmıştı.

BABA’YA ODA HAZIRLADIK

O sırada Hürriyet’in yan kuruluşu olan Gazete gazetesinde çalışıyordum. Rıfkı Baba gibi birine ihtiyacım vardı. Onu yanıma almaya karar verdim. Özel bir telsiz odası hazırladım. Direkt ve dahili telefonları bağlayıp masa koydurdum.

Ve Rıfkı Baba’yı çağırdım. Önce gelmek istemedi. Sonra “senin hatırın büyük” diyerek gelip çalışacağı yeri gördü ve ağladı.

“Evlat” diyerek bana sarıldı. Ağlaştık.

Birileri Hürriyet’ten kovulan birini Hürriyet’in diğer bir kuruluşunda işe aldığım için beni gammazlamışlardı.

Genel Müdür Özcan Ertuna beni çağırıp hesap sordu. “Bana çok lazım. Onun kadar iyi telsiz dinleyecek elemanım yok” dedim. “Pekala sen bilirsin” diyerek Rıfkı Baba’nın çalışmasına izin verdi.

O günden sonra kovulduğu Hürriyet gazetesinin personeli Rıfkı Baba’yı ziyaret ettiler. Çiçekler gönderdiler. İşe başladığı için sevinçlerini gösterdiler. Özellikle yeni odasını kutladılar.

BABA GAZETE GAZETESİ’NİN ELİ AYAĞI OLDU

Baba, o günden sonra Gazete gazetesinde “elim ayağım” oldu. Az adamla çok iş yapıyordum Bazen sıkışıyor telsizi alıp muhabirlerle işe gidiyordum Giderken servisi Rıfkı baba’ya emanet ederek “Baba şu andan itibaren istihbarat şefi sensin” dediğim de canla başla çalışıyordu.

Rıfkf Baba, günlük istihbaratını yapar veya araştırmasının sonuçlarını saman kağıdına notlar halinde o karakteristik yasızıyla kaleme alır ve “Evlat bugün bunlar var” diyerek önüme koyardı. Hatta bazen önemsemediğim haberler konusunda uyarırdı. “Evlat bu önemli…Bu işe birini gönder” diye kendi istihbaratını yaptığı işi bana beğendirmek için dil dökerdi. Gönlü olsun diye muhabir gönderdiğim bir çok haberin iyi sonuçlar verdiğini gördüm.Bir çoğuna da boşa gitik. Ama hangi haberin iyi hangisinin kötü olacağı önceden belli olmazdı. Rıfkf Baba’nın şöyle bir sloganı vardı:

“İşin üstüne üstüne gideceksin. Haberin küçüğü büyüğü olmaz. Küçücük bir olaydan büyük haberler çıkabilir”

Doğruydu. Küçümsediğimiz halde onun zoruyla gittiğimiz bir çok haberlerden büyük işler çıktı.

BABA’NIN NASİHATLERİ

Beni gördüğü zaman verdiği bir nasihatı daha vardı:

“Evlat! Ayağını dışarda sağlam bas! Gazetecilikten hayır yok! Bir yerlere yatırım yap… Sonra elin ayağın tutmadığı zaman sana kimse bakmaz…”

Söyledikleri doğruydu. Ama maaşlı çalışıyordum ve birikimim, yatırım yapacak param yoktu. Tek çare taksitle bir ev sahibi olmaktı. Onun nasihatine uyup kooperatife girdim ve bir ev sahibi oldum. İleri yaşlarda söylediklerinin ne kadar yerinde olduğunu gördüm.

Rıfkı Baba gerçekten “Baba nasihati” vermişti.

GAZETEDEN AYRILDIM AMA O HEP AYNIYDI

Gazete gazetesi kapandığında onu Hürriyet’in Cağaloğlu bürosuna verdiler. Orada da aynı hızla çalıştı durdu. O dönemlerde Hürriyet’ten ayrıldım. Ama işim düşüp Rıfkı Baba’yı arasam ve birini sorsam “Buyur evlat” der beni dinler “Ben seni beş dakika sonra ararım” derdi. Ya o kişiyi bulup beni aratır, ya da telefon numarasını verirdi. Baba’yı Cağaloğlu’ndaki yerinde bir kaç kez ziyaret ettim. “Burası Gazete gazetesindeki özel odam gibi değil ama ekmek parası çalışıyoruz” derdi.

Vefat etmeden bir kaç gün önce görüşmüştük. Bana Hürriyet’te herkesin zam aldığını kendisine hiç zam yapılmadığından dert yanmıştı. Hürriyet’te herkesin büyük paralar aldığı dönemde küçük paralara çalışırdı. 8 milyonluk maaşını birisine rica ederek ona haber vermeden 10 milyon yaptırdığımız da dünyalar onun olmuştu. Mutlu bir şekilde telefon ederek “Evlat bunlar nankör ama..Galiba kıymetimi anlamaya başladılar” demişti.

O son görüşmemiz oldu.

AYŞE KADIN DURAĞINDA YIĞILIP KALDI

O gün elinde torbaları gene bir gün gazeteden çıktı ve Cağaloğlu yokuşunu indi. Yol boyunca uğradığı kişilere selamlarını verip, gönüllerini aldı.

Önce Büyükdere’deki evine gidip çok sevdiği bekçi köpeği Rus finosunun yiyeceğini verdi. Nedendir bilinmez daha sonra Kocamustafapaşa’daki evi yerine bu kez Kadıköy yakasına geçti. Belki kızına uğrayacak, belki de ağabeyine uğrayacaktı.

Kadıköy iskelesinden İETT otobüsüne bindi. Yolcularla sohbet ede ede gidiyordu. Biraz rahatsızlanmıştı. Erenköy Ayşe Kadın Durağı’nda otobüsten inip hava almak istedi. Ancak otobüsden inince fenalaştı ve yere yığıldı.

Elindeki torbaları saçıldı. Evindeki kedilerine kasaplardan ciğer alabilmek için taşıdığı gazeteler ve kedilerin yiyecekleri yerlere saçıldı.

Rıfkı Baba kalbine yenik düşmüştü…

Uzun süren bir koşu sona ermişti.

Yardım etmek için çevresine doluşanlar oldu. Ama artık çok geçti. Rıfkı Baba hayatı terketmişti.

Cebinde Şeref Basın Kartı’nı buldular ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’ne haber verdiler. Rıfkı Baba’nın vefat ettiği çok kısa sürede duyuldu.

KARACAAHMET SEVENLERİYLE DOLDU

Karacaahmet’te düzenlenen cenaze töreni onun ne kadar seveni olduğunu gösterdi.

Kimler yoktu ki? Saymakla bitmezdi…

Ona yaşamında destek olmayanlar cenaze töreninde bir araya geldiler.

Ve o yüreği sevgi dolu insanın ne kadar çok seveni olduğunu gördüler.

Geride sevenleri onsuz…

Kedileri, köpekleri öksüz kaldı.

Telefonda “Buyur evlat” deyişini özledim..

Allah rahmet eylesin…

Yazar: Özkan Altıntaş

Rıfkı Baba elinde telefon istihbarat servisinde hayranlarıyla… Ahmet Gören, Alp Süğlun, Ergin İnanç
Rıfka Baba gönül insanıydı. Alp Süğlün, Halim Ermiş, Ergin İnanç
Hayrettin Karateke, Erol Dernek, Halim Ermiş, Yıldırım Çavlı, İlyas Namoğlu, Mehmet Akgüneş, Rıfkı Kadam, Hüsnü Savaş, Atılay Kayaoğlu
Rıfkı Baba, Doğan Katırcıoğlu ile Hürriyet’in kutlamalarından birinde..
O tarihlerde telefonla konuşan Halim Ermiş ve yanında Özkan Altıntaş
Halim Ermiş ve Yıldırım Çavlı

http://www.turkiyeturizm.com/ sitesinden 26.02.2014 tarihinde yazdırılmıştır.

Kaynak sayfa:
https://hurriyetiyasayanlar.blogspot.com/2014/06/gazetecilerin-rfk-babas.html?fbclid=IwAR3HjTToZ22tIl7xPM0WVIME8Nh-w4h5x7rOWthGRDw0KzKm75gsjF0RZNM