“Mesleğe adım.. Yıl 1980, darbe yılları. Tevfik Yener ağabeyle karşılıklı binalarda oturuyoruz”

Mesleğe adım…

Meslekle ilgili anılarımıı yazmaya başladım, baktım karışıyor, bandı geriye sardım. Yıl yıl gidelim. Yıl 1980, darbe yılları. Tevfik Yener ağabeyle karşılıklı binalarda oturuyoruz. Benim çocukluğumu bilir.
Cağaloğlu’nda hamama yakın taş bir bina vardır, orada Hasal Yayınevini kurmuş. Yanında çalışmaya başladım. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı ansiklopedisi çıkarıyor. Basılı top kağıtlar geliyor ve burada ıstakayla ‘Kemik veya tahta’ katlayıp forma haline getirip ardından sıralayıp harmanlıyoruz, yani cilt haline getiriyoruz. Buradan dikişe gönderiliyor ve ciltleniyordu. Kısa süre sonra tak karşıdaki Kardeşler Hanın 4. Katına taşındık. Bu bina da halen durur.

Tabii o zamanlar 20 metrelik mesafe için telefon hattını taşıttırmak aylar sürerdi. Hemen 50 metrelik uzun bir telefon kablosu alıp, binanın önündeki ağacın arasından geçirerek, direk niyetine taşındığımız kata çekip telefonları bağlattım. Burası büyük ve geniş bir alan.
İki yıl önce kaybettiğimiz ressam Atilla Solaker’de çalışmaya başladı ve kısa süre sonra Tevfik ağabey İtiraf adlı siyah beyaz magazin gazetesi çıkardı.

Neyse, 3 yıl kadar sonra yayınevi kapandı ve ben iş aramaya başladım. Bir gün Hürriyet olabilir Cağaloğlu’nda iş ilanı gördüm. Ermeni bir komşumuzun babası vardı, Jıray usta derdik. Oraya gittik. Adres Afitap kitabevi çıkmaz mı?. Ece ajandasını yapan yer. Ben burada çalışmam dedim, çünkü her daim çalışan arardı, burada duran olmazdı. Ayrıldık ve ben eski Dünya gazetesinin sokağında matbaada çalışan bir arkadaşıma uğradım, iş arıyorum deyince, hemen beni iki bina öteye, tam Dünya gazetesinin önündeki binada Ermeni bir ustanın yanına götürdü.

Halk Ciltevi ve sahibi Rapik usta, anlaştık kalfası var, çırak olarak çalışmaya başladım. Usta 8 ay sonra seni sigortalı yapacağım dedi ve 8’inci ay sigortamı yaptı. Burada tam 3.5 yıl çalıştım ve kalfa oldum.
Bildiğiniz mücellit ustasıyımdır, bonservisim mevcuttur.
Ayakkabı derisinden dikişli cilt yaparım.
Çok tarihi kitabı onararak ciltledim. Yıllarca bıçakta cilt kestim, formaları makinede diktim, preste ciltlerin üzerine altın varak yaldız bastım.
Ustamın ustası Osmanlı dönemi Topkapı Sarayının ciltlerini yapan kişiymiş ve ustama ondan pirinç baskı motif kalıpları kalmış.
Ciltlerin üzerine motif ve yazı basılır. Piknik tüpünde, kumpas denen el aletine kurşunları dizip sıkıştırarak, biraz ısıtıp, varak yaldıza bastırdığınızda yazılar çıkar.
Fazla ısıtırsanız kurşun yazılar erir çöpe gider. Pirinç öyle değil, erimiyor mübarek hem de eski zaman yapılmış, bildiğin 10 numara kalite.

Böyle çalışıp giderken, haftalık 20 TL’ye çalışıyorum, bana yetmiyor, ustamdan zam istedim, çok cüzi zam yaptı. Tek başıma koca dükkanı çeviriyorum. O zamanlar Gelişim Yayınlarının meşhur Hachette ciltlerini yapıyorum, tek başıma 80-100 cilt. Para yetmiyor. Bir gün evin önünde Tevfik ağabeyle karşılaştık. Ne var ne yok dedi. Abi iyi değil dedim. Yarın gel yanımda başla deyince, 3.5 yıl adamın ekmeğini yedik, 15 gün süre vereyim, usta bulsun geleyim dedim. Tamam dedi. 15 gün sonra ayrılıp TAN Gazetesinin GYY olan Tevfik ağabeyin yanına tekrar geçtim ve böylece mesleğe adım atmış oldum. Tan’da çalışıyorum, sabah akşam aracıyla beraber gidip geliyoruz Tevfik ağabeyle.

TAN’ın kadrosunda kimler var. Yazı İşlerinde rahmetli Ali Galip Vural, Aydoğan Kaçıra, Sporun başında Kamil Turan, Haber Müdürümüz Orhan Yorgancıoğlu, magazin Hakkı Yalçın, Nurettin Soydan, muhabirler Selçuk Eken, Hakan Kumuk vs, kadroya bak. Kısa süre sonra rahmetli sanatçı manevi babam olur Cem Karaca bana Practica marka fotoğraf makinesi verdi. Ben de Yorgancıoğlu’ndan parça siyah beyaz film istedim. Gidip Sultanahmet Camii ve Ayasofya’nın fotolarını çektim, film banyo edildi cillop. Birkaç gün sonra Yorgancıoğlu, Bakırköy Adliyesi’nde başla dedi.

Canıma minnet, evin dibi, yürüyerek gidiyorum. Adliyede çalışan isimlere bakalım. Sabah’tan İhsan Demir, Hürriyet’ten Nafiz Akyüz, Günaydın’dan Salih Karataş, Doğan Ertan, Tercüman’dan rahmetli Halit Çelik, Gazete Gazetesinden İrfan Demir, Türkiye’den Muhlis Polat, TAN’dan ben, daha sonra Sabah Gazetesinden 6 yıl önce maalesef intihar eden arkadaşımız Abdullah Coşkun ve Bugün Gazetesinden daha sonra eşim olan Nurdan Yurdabak. Bir ara 14 muhabir çalışıyorduk. Bakırköy sınırları o zamanlar Bağcıları kapsıyordu ve Türkiye’nin en büyük ilçesiydi. Öyle ki Kocasinan’dan sonrası Bağcılar tarafı tarla. Cinayet ihbarı alıyoruz, jandarma bölgesi ve arıyoruz yok. Ceset 1 hafta sonra bulunuyor. Bağcılar bugünkü TEM’in üzerindeki köprü yapılmış, TEM bağlantı yolu yapımı altına kadar getirilmiş, sonrası bildiğin tarla, çalışmalar yapılıyor. İleriki yıllarda dönemin siyasi iktidarı siyasi rant ve başkanlıkları kazanmak için 1991 yılında ilçeyi 5’e bölerek Bakırköy’ü en büyük iken, ülkenin en küçük ilçesi konumuna getirdi.

Adliyenin altı otopark, haber kaynıyor. Havalimanında silah yakalatandan, gasp, hırsızlık, cinayet, darp, tecavüz, kız kaçırma, uyuşturucu kaçakçılığı vs. Bu kadar muhabire karşın, her kata 2-3 muhabir düşüyor, vallahi iş atlatıyorum, öyle böyle değil. Emin Cankurtaran’ın kaçırılma davasından tutun, ileriki yıllarda öldürülen dönemin mafya babası Enis Karaduman’a kadar yargılananları takip ediyoruz. Bakırköy’den Edirne’ye kadar benim bölge. Sabahtan akşama haberleri topluyorum, akşam gazeteye gidip haberleri yazıp gece çıkıyorum. Fotoğraf çektiğimiz için hergün saldırıya uğruyoruz, ölümle tehdit ediliyoruz. Papuç bırakır mıyız?.

Herif 3 ay sonra vurmaya geldi.

Adliyede çalışıyoruz, yeminle manken yanında cacık kalır, müthiş bir kız adliyede ağlıyor. La ne iş?. Meğer biri ismini kullanarak ben Alaattin Çakıcı’nın adamıyım deyip kızı Ataköy’deki yeni yapılmış olan 9. Kısım bloklarında bir garsoniyer dairesine kapatmış. Kız bir hafta sonra şahıs evde yokken camdan bağırarak imdat istiyor. Polis kapıyı kırıp kurtarıyor, sonra elemanı da yakalıyor. Adliyeye suçüstü savcılığına getirildiler, kız şikayetçi, şahıs tutuklandı, çıkışta fotoğrleride boş bir arazi varafını çektim, bana saldırmaya kalktı ve küfürler havada uçuşuyor, aynen karşılık veriyorum. Kimsin lan? Diye bağırıyor. Yarın Tan gazetesinde öğrenirsin diyorum. Ertesi gün, ‘Sahte Alaattin Çakıcı’nın adamı yakalandı’ diye birinci sayfadan haber yayınlandı.

Aradan 3 ay geçti. La adam karşımda, cezaevinden çıkmış beni vurmaya gelmiş. Tanıdın mı beni dedi, tanıdım da yok dedim, kimsin?. Ben sahte Çakıcı’nın adamıyım diye tanıttı. Haa çıktın mı sen )). Dedi gel seninle konuşacağız, çıktık 5.nci kata. Dedi seni vurmaya geldim. Adliye muhabiriyim, hergün saldırı tehdit gırla, zaten gençlik var, ipleyen kim?. Hadi yaa Allah razı olsun dedim. Dumura uğradı. Hatta ileride boş bir arazi var, oraya gidelim kimse de görmez. Yalnız bak o elindeki silahı alır bir tarafında patlatırım haberin olsun dedim. Beklemediği bu sözlerim karşısında, ‘Olum sen manyak mısın’? demez mi. Hee manyağım, manyak olmasam burada ne işim var dedim. Sen kafayı yemişsin, al şu telefonumu, sana bulaşan biri olursa beni ara deyip gitti, bir daha görmedim. Tabii o zamanlar cep telefonu filan yok, bildiğin 7 haneli bir numara. Yani dostlar mesleğin başlangıç adımı adliye muhabirliğiyle başlardı dönemimizde. Uzun yıllar adliyelerde çalışırsanız hem pişiyorsunuz hem de gözü kara, tehditlere aldırış etmiyorsunuz.

Adliye de unutulmaz olaylar.

26 Aralık 2017