Halit Çapın’ı anmamak olmazdı.. Bab-ı Ali’nin Orhan Abisi Orhan Erinç’ten size

Halit Çapın - Orhan Erinç 1988 - Güneş Gazetesi
Sevgili meslektaşım Halit Çapın’ı sonsuzluğa uğurlayışımızın yıldönümünde anmamak olmazdı. Elektronik kopyasına ulaşamadım.
Bu nedenle “Medya ve Demokrasi Masalları” kitabımdan (Cumhuriyet Kitapları-Ekim 2008) eskilerin deyişiyle istinsah ettim (kopyaladım).
Alışkanlığımı yitirdiğim için hem zor hem de geç oldu.
Ama Halit için değerdi doğrusu.
Hem babasını hem de teyzesini kısa süre içinde sonsuzluğa uğurlamak Berfu Çapın için zorlu günlerdi. Bugün de acısını paylaşıyorum.
Ruhları şad olsun.
Moruk da gitti
31 Temmuz 2006 / Geçmişten Geleceğe
Cumartesi ve pazar günleri Cemiyet’in (TGC) santralından aranmak hayra alamet değildir.
Ya bir üyemizi kaybetmişizdir, meslek ya da meslektaşlarımızdan birileri sözlü, olmadı taşlı sopalı saldırıya uğramıştır.
Cumartesi günü kuşluk vakti çalan telefonun ekranında Cemiyet’in numarasını görünce yüreğim yine “hop” etti.
Korktuğum başıma gelmişti. Nöbetçi arkadaşımız haberi verdi. “Başkanım, başınız sağ olsun. Halit Çapın Bey vefat etmiş.”
Şoke oluverdim… Çünkü ben Halit’in iyileşip eve döndüğünü biliyordum. Oysa ölüm haberi sonrasında kızı Berfu’dan öğrendiğim; ağırlaştığı için o saatlerde yoğun bakıma alındığı oldu.
***
Biraz başa dönelim. 21 Temmuz Cuma günü öğle vakti Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi’nde idim.
Galatasaray Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Duygun Yarsuvat’a geçirdiği trafik kazası için geçmiş olsun diyecektim. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti basın özgürlüğü ödülüne de büyük seçici kurulun değer gördüğü Türk Ceza Hukuku Derneği başkanı olması nedeniyle de kutlayacaktım.
Koridorda Prof. Dr. Gürbüz Barlas’a rastladım. Selam sabahın ardından “Şimdi Halit Çapın’ı getirdiler” dedi. Halit, hepatit kuşkusuyla getirilmişti. Doktorlar odasına gelmiş muayene başlamıştı. Bir randevum yüzünden fazla kalamadığım için göremedim.
26 Temmuz günü yine öğle üzere ve VKV Amerikan Hastenesi’nin yolunu tuttum. Bu kez sevgili ve değerli meslektaşım Duygu Asena’nın durumunu öğrenmek istiyordum.
Sağa sola bakındım ama kimseyi göremedim. Halkla İlişkiler Bölümünden “Saat 14:00’te basın toplantısı yapılacak“ yanıtını alınca danışmaya yöneldim.
“Halit Çapın Bey’i göreceğim” dedim. Görevli, elindeki kağıtları karıştırıp “Çıkmış efendim” deyince ferahladım. İçimden “Bre moruk yine yırtmışsın” diye geçirdim.
Gitmişken Cumhuriyet’te beraber çalıştığım, ustam, ağabeyim Yılmaz Çetiner’e kapıdan da olsa uğramadan olmazdı.
***
Ben hayatta Halit Çapın’dan iki hafta kıdemliydim. O da gazetecilikte benden iki yıl kıdemliydi.
Bir nöbet gecesinde işlenen bir aşk cinayetini renkli yazdığımda “Sen daha öyle yazamazsın. Haber gibi yaz“ yanıtını aldığımda Halit bu dönemi çoktan aşmıştı. O günlerin önde gelen gazetelerinden Tercüman’da güzel türkçesi ve kıvrak kalemi ile yazdığı röportajlar, üzerine bakla gibi imzası da konulmuş olarak yayınlanıyordu.
Birlikte adliye muhabirliği de yaptık. Yaman bir muhabirdi. İnsanın gözünün yaşına bakmaz; atlatıverirdi.
Yıllar sonra Güneş Gazetesi’nde aynı odayı paylaştık. Pınar Türenç ile Garbis Özatay da odadaşımızdı.
Halit, erkenden gelir, çekmecesinden daktilosunu alıp önüne koyar, konu avına çıkardı. Onu, bu haliyle ava hazırlanırken gerinmeyi ihmal etmeyen pantere benzetirdim. Kimi zaman, renkli yazılmasının daha iyi olacağını düşündüğü bir haberle Haber Müdürü Orhan Duru odaya düşerdi, “Halit şunu yazıversene…”
Ben gece hayatı yönünden onun yanında amatör bile sayılmazdım. Bir akşam kıramayacağım bir ortamda birlikte yola düştük. Geçmiş gün nerelere uğradığımızı unutmuşum. Ama tek anımsadığım gece yarısı saat 3:00’te Elma Kabere’den çıktığımızdı. Halit’in aklında başka yerler de vardı. Ben zorla ayrılıp kendimi Bostancı dolmuşuna attım.
Sabah gazeteye geldiğimde Halit masasında oturuyordu.
Halit’in sayesinde hayatımın en uzun İstanbul gecesini yaşamıştım.
**
İstanbul’u en iyi bilen ve yaşayan gazetecilerden biriydi. Bilmekle kalmıyor, yazıları, röportajları ile bilmeyenlere de anlatıyordu.
Yıllardır evinden çıkmaz olmuştu.
Alkol macerasını anlatan iki kitabını, “O benim akşam safalarım“ izlemiş son kitabı belki de “Ben sana küskünüm“ olmuştu.
Çok özelliği arasında “sövüp sayması” da vardı. Ama kullandığı kelimeler bayağılık, sıradanlık yerine edebi bir tat uyandırırdı.
Telefonlaşmalarımız “Bre moruk” diye başlardı. “Moruk“ sözcüğü neredeyse dilinin üzerine yerleşmişti.
İzninizle ona aramızdaki gibi seslenmek istiyorum.
“Bre moruk ne halt ettin!”
***
Tam yazıyı bitirmiştim ki Duygu’nun ölüm haberi çıkageldi.
Zaman zaman haksız yere horlanmaya kalkışılmasına, sağlık sorunlarına karşın dik duruşundan ödün vermeyen başarılı bir gazeteciydi.
Elden ne gelir ki…
XXX
Masasına misafir gitmişim ama görünüşe göre işler iyi gitmediği için olsa gerek görünüşümüz biraz sıkkın… 1988 yılı olmalı.
(Fotoğraf: Garbis Özatay)
Kaynak: Facebook
Halit Çapın – Orhan Erinç 1988 – Güneş Gazetesi