Eşref Bitlis’e saygılarımla..1974 Kıbrıs Harekatı. Önde Magosa kahramanı Korgeneral Bedrettin Demirel, arkada Kurmay Albay Eşref Bitlis. Fotoğraf Faik Kaptan.. Ve Kıbrıs’tan müthiş bir Eşref Bitlis anısı

EŞREF BİTLİS’E SAYGILARIMLA…

Sevgili arkadaşlar bugün ülkemizin yetiştirdiği en kıymetli komutanlardan Eşref Bitlis’in ölüm yıldönümü.
Bitlis Paşayla 1974 Barış Harekatı sırasında Kıbrıs’ta tanıştım.
Mükemmel bir insandı. Kendisi ile yaşadığım bir anımı da bir süre önce çıkardığım kitapta yazdım.
“Atatürk Havalimanı’nda 40 Yıl” adlı kitabımdaki bu anıyı burada tekrar vermek istiyorum.
Hem Bitlis Paşa’ya saygı, hem de piyasada satılmayan bu kitabımı okuyamayan arkadaşlarım hiç olmazsa bu hikayeyi okusunlar diye.
Biraz uzun ama gerçekten çok ilginç. Sabırla okuyan arkadaşlar, hem o dönemi tekrar yaşar, hem de tanıdıkları arkadaşları da bir kez daha hatırlamış olurlar.
Fotoğraf ise sol geride Kıbrıs Türk kuvvetleri Alayı Komutanı Kur.Alb.Eşref Bitlis ve Korgeneral Bedrettin Demirel. Her ikisi de nur içinde yatsın.

EŞREF BİTLİS…

Benim tanıdığım kadarıyla yaşasaydı, hala ülkemizin başına bela olan PKK sorunu büyük ölçüde biter, özellikle Güneydoğu Anadolu’daki terörün getirdiği baş ağrıları azalır ve o bölgelerdeki sınır komşularımızla sorunlarımız da asgariye inerdi.
Olmadı, belki de şer güçler böyle olmasını istemedi.

Yıl 1993, karlı bir kış günü. Ajanslara flash, flash anonsuyla şu haber düştü:
“Ankara Güvercinlik’ten havalandıktan kısa süre sonra Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis’in içinde bulunduğu askeri uçak Ankara Yenimahalle’deki (PTT) İşleme Merkezinin bahçesine düştü. Kazada, Bitlis ile 3 subay, 1 astsubay ve 1 PTT görevlisi hayatını kaybetti.”
Olayın nedeni olarak uçakta oluşan buzlanma gösterildi. Ancak bu olay tam olarak açıklığa kavuşamadı. Üzerinde birçok iddiaların gündeme gelmesine neden oldu. Havacılık dünyasında en çok tartışılan konulardan birisi olma özelliğini hala daha sürdürmeye devam ediyor.
Ben burada sizlere kazanın oluşumu, nedeni, önü, arkası gibi konulardan bahsetmeyeceğim. Sizlere 1974 Kıbrıs Barış harekatı sırasında çok yakından tanıdığım o dönemin Türk Alayının kahraman Komutanı Kurmay Albay Eşref Bitlis’i anlatmak istiyorum.
20 Temmuz 1974 Barış Harekatından önce Garantör Devletler olan Türkiye, Yunanistan ve İngiltere arasında yapılan bir anlaşma üzerine her üçü de tampon bölgelerde birer Alay gücünde birlik bulunduruyordu.
İngilizler Dikelya ve Agratur’da üs şeklinde konuşlanırken Türkler ve Yunanlıların da Lefoşe – Girne sınırları arasında Ortaköy- Gönyeli bölgesinde birer Alay kuvvetinde birlikleri vardı. İngilizlerin üsleri hala oradadır.
İşte Eşref Bitlis burada Türk Alayı’nın komutanıydı.

KİRALIK KESKİN NIŞANCILAR.

20 Temmuz sabaha karşı harekat başladığı saatlerden çok önce Türk Alayı karşısındaki Yunan Alayı ile savaşa başlamıştı bile. Beş Parmak dağlarının gerisinde olan bu bölgenin tutunması çok önemliydi. Lefkoşa’da yaşayan Türklerin güvenliği bu Alayın ayakta durmasına bağlıydı.
Yunan Alayı savaşa başlamadan önce takviyesini yaparak birliğini Tümen gücüne çıkardı. Üstelik de hakim tepelerde konuşlandıkları için ön mevzilere de Avrupalı ve parayla tuttukları keskin nişancıları yerleştirdiler. Karşılarındaki Türkler açık arazide üzerilerine geliyor, bunlar da ellerindeki uzun namlulu dürbünlü tüfeklerle acımasızca ateş ediyorlardı.
Bu sırada komandoların hava indirme harekatı da başladı. Türk Alayı bir yandan karşıdaki düşmanla çarpışıyor, bir yandan da havadan paraşütlerle süzülen Kırnı Ovasına inen komandoları koruyordu.
Türk Alayı’nın en büyük yardımcısı Kıbrıs Türklerinden oluşan Mücahitlerdi.
Bunların eğitimlerini de Türk Subayları yaptırdığı için savaş şartlarında acemilik çekmiyor, Mehmetçiğin yanında kahramanca savaşıyorlardı.

ALMAN GÖZLERİNE İNANAMIYOR.

Harekat sırasında tanıştığım ve çok iyi arkadaş olduğum Komando Üsteğmeni arkadaşlarım oldu.
Bunlardan Erdoğan omuzundan vuruldu, Ankara’da tedavi oldu ve tekrar geri gelerek birliğine katıldı.
Tayfur Üsteğmen tam cengaver ama o kadar da sanatçı ruhluydu. Mükemmel resim yapıyordu.
Hatta Türkiye’ye döndükten sonra görev yaptığı Güney Doğu Anadolu bölgesinde yaptığı resimlerle bir sergi bile açtı.
İşte Tayfur Üsteğmen anlattı.  Anlattığı da yakalanan bir keskin nişancı olan kiralık Alman askerinin itirafıydı.
Genel Kurmay istihbarat kayıtlarında da olduğuna inandığım itiraf şöyle:
“21 Temmuz günü. Hava çok sıcaktı.
Ben siperin gerisinde karşıda hareket eden Türk askerlerini dürbünlü tüfeğimle izliyordum.
Toplu olarak değil de tek tek eğik olarak bize doğru hareket ediyorlardı.
Fazla saklanacak yerleri de yoktu. Nihayet bir tanesi gözüme kestirdim ve izlemeye başladım.
Asker atış mesafeme girince tetiği çektim. Ancak vuramadım.
Mermi yanında sekip gitti. Asker hemen yere çömeldi, bir süre bekledikten sonra tekrar hareket etti.
Bu kez daha iyi nişan aldım bir daha ateş ettim. Yine ıskaladım.
Fakat Türk askeri bu kez çömelmeden yoluna devam etti. Gözlerime inanamadım.
Üçüncü ateş için biraz soluklandım. Terimi sildim, Dirseklerimi dinlendirdim.
Başımda dikilen Yunanlı subay da rumca bir şeyler söylüyor bağırıyordu.
Tek gözümü kapatıp bir daha ateş ettim, ama nafile askerin etrafında sanki bir duvar vardı. Bir kez daha vuramayınca başımdaki subayla bu kez İngilizce kavgaya başladık. O mahsus yaptığımı ve isteyerek vurmadığımı bağırarak söylüyordu.
İşte o anda hayatıma yeniden yön veren olayı yaşadım.
Benim ateş ettiğim asker tam karşımda dizlerinin üstüne çöktü.
Biz ikimiz de önce vuruldu zannettik.
Fakat Türk askeri bir iki hareketten sonra arka tarafından su matarasını çıkardı ve bize doğru lıkır lıkır içmeye başladı. Ölüm umurunda değildi.
Türk adeta bizimle alay ediyordu. Bu nasıl cesaret, nasıl inançtı. İkimizin de aklı almıyordu.
O zaman kafama dank etti ve ayağa kalkıp bu işi artık yapmayacağımı zira bu Türklerle savaşılamayacağını Yunanlıya söyledim.
Yunanlı çok kızdı bağırıp çağırmaya başladı ve belinden silahını çekip aniden bacağıma ateş etti ve kaçtı.
Yan mevzide bulunan başka bir Alman arkadaş benim halimi görünce sıhhiye askerini çağırdı.
Çadıra gidip ameliyata aldılar.
Daha sonra Yunan Alayı mağlup olup kaçınca biz yaralıları orada bıraktılar.
Şimdi de sizin esiriniz”
Erdoğan ve Tayfur Üsteğmenlerle, tabi şimdi emekli Albaylar, hala görüşürüm.
İşte dostlar Türk Alayı’nın kahraman komutanı böyle bir cehennemin içinde göğüs göğüse savaşırken bile bizlere hep yakın oldu.
Güler yüzüyle dost sohbetlerine katıldık.
Aşağıdaki hikaye de gerçek bir dost Eşref Bitlis hikayesidir. Amacımız tarihe tanıklık etmektir.

BU YAŞANMIŞ BİR EŞREF BİTLİS OLAYIDIR.

Orgeneral Eşref Bitlis’in 1993’teki ölümüne ilişkin yürütülen soruşturmanın zamanaşımı süresi dolduğu gerekçesiyle “Kovuşturmaya yer olmadığı” kararı verilmesinin üzerinden uzun yıllar geçti.
Eşref Paşayı Kıbrıs’ta 1974’de tanıdım.
Bu nedenle ölümüne hala içim yanıktır. Nur içinde yatsın..
Eşref Bitlis Paşa gerçekten bu ülkenin yakın tarihine adını yazdırmış ender komutanlardandır.
Türk Alayı Ledra Palas’ın batısında, Lefkoşa Havalanı yolu üzerinde, adı Barış Garnizonu olan 650 kişilik bir Alayın Komutanıydı.
Rütbesi Kurmay Albay’dı.
Türk Ordusunun Kıbrıs’a çıkarma yaptığı 20 Temmuz sabahında ve öncesinde o, Mehmetçikleriyle beraber göğüs göğüse çoğunluğu Yunanlı ve kiralık keskin nişancı Alman askerlerinden oluşan Rum Palikaryalarıyla savaşıyordu.
Alayı ile kahramanca, kendisinden iki, hatta üç kat fazla Rum Muhafız Alayına karşı savaştı ve Kıbrıs Türk Halkına kalkan oldu.
Türk Ordusu gelene kadar rahat bir nefes aldırdı.
İşte benim tanışıklığım Barış Harekatı’n dan sonra Kıbrıs’ta 1974- 1976 tarihleri arasında Hürriyet Gazetesi Muhabirliği yaptığım dönemde oldu.
Kıbrıs’ta resmi olarak savaş bitmişti, ancak Yeşilhat boyunca ve Lefke bölgesinde her gece sınır boyunca çatışmalar devam ediyordu.

“ŞEHİT VE YARALILARIN LİSTESİNİ İSTİYORUM”

Bizler yani gazeteciler Lefkoşa’da Saray Otel’de kalıyorduk. İlk zamanlar 3. katta bizden başka kalan yoktu. Çünkü Yeşil Hattaki çatışmalardan mermi seker odalara gelir diye Otel Müdürü Erdal Andız normal müşteriyi ikinci kattan yukarıya almıyordu.
Ben 314 numaralı odada her ay değişen Günaydın Gazetesi Muhabiri arkadaşlarımla kalıyordum.
Kimler gelmedi ki, Firuzan Topsümer, Ahmet Yüksel, Kadir Can ve bu olayda da adı geçen bizim çılgın Bedir Seferoğlu.
O gün, Bedir ile beraber yemek yedikten sonra Lefkoşa’da bir tur attık. Yeşil Hatta silah sesleri çok fazlaydı ama garip bir şey yoktu. Hemen hemen her gece uçaksavarlar da olmak üzere binlerce mermi Yeşilhat boyunca atılıyordu.
Otele döndük odamıza çıktık. Saat 01.00 gibi de uyuduk. Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Birden başucumdaki telefon çalmaya başladı.
Işığı açtım saat 02.30’u gösteriyordu. Telefonu açtım.
Tanıdık bir ses “Ne yapıyorsun Faik?“ diyordu.
Ben de gayet sakin “Ne Yapacağım, uyuyorum” dedim.
Bu kez aynı ses, “Nezih ben oğlum” deyince yataktan ok gibi fırladım.
Bu sırada yan tarafta yatan Bedir de tek gözle bana bakıyordu.
Arayan Nezih Demirkent’ti. Hürriyet Gazetesinin Genel Müdürü. Gazetenin her şeyi oydu. Önce inanamadım. Evet oydu. Koskoca Genel Müdür Kıbrıs’ta gecenin 02.30’nda beni arıyordu.
Nezih Bey devam etti; “Faik, hemen kalk. İngiliz Reuters Ajansı Türkler Üçüncü Harekatı başlattı diye flaş haber geçiyor. Çok sayıda ölü ve yaralı varmış. Derhal sayı ve olabildiğince isim istiyorum” dedi ve kapattı.
Şok olmuştum. Harekat başlasa benim duymamam imkansızdı. Sınırın dibindeydim. Hemen fırladım ve Bedir’e “kalk giyin gidiyoruz. Üçüncü harekat başlamış” dedim.

BIYIK TARIYOR VE KRAVAT TAKIYOR!

Ben iki dakikada giyindim ve çantamı alıp hazır hale geldim. Ama bizim Bedir Tuvalete girmiş, bir türlü çıkmıyordu. Onu bırakacaktım ama kullandıkları Volksvagen marka aracı yağsız bıraktıkları için motoru patlamış, bu nedenle araçları yoktu. Mecburen benimle gelecekti… Bıraksam ayıp olacaktı.
Dışarıda şiddetli bir yağmur vardı. Ortalığı adeta sel götürüyordu.
Tuvaletin kapısına geldim ve Bedir’e acele etmesini söyledi. Fakat bir türlü çıkmıyordu.
Kapıyı açıp içeriye baktığımda bir şok daha yaşadım. Bizim Bedir kravatını takmış ve bıyığını tarıyordu.
Bütün cinlerim tepeme çıktı ve üzerine çullandım. “Oğlum savaş çıkmış, sen gecenin bir yarısı kravat takıp bıyık tarıyorsun, Benimle kafa mı buluyorsun “ diye bağırınca hemen
hazırlığını bitirip peşime takıldı.
Doğru, Gönyeli’ye Eşref Bitlis’in birliğine gittik.
Genel Kurmay Başkanlığı tarafından bizlere verilen Yasak Bölgelere Giriş Kartı ve Savaş Muhabirliği kartlarını göstererek karargaha kadar gittik.

EOKA-B KUTLAMASI İLERİ SAATE TAKILDI.

Eşref Bitlis Albay bizim geldiğimizi görünce kapıya kadar geldi ve bizi makamına kabul etti. Saat 03.00 geçmişti. Ortalıkta tık yoktu. Bırak savaşı tek bir mermi bile atılmıyordu.
Biz daha sormadan Eşref Bitlis bize, “Savaş çıkmış öyle mi?” dedi. Ben de kendisine “Komutanım siz de duymuşsunuz. Nedir bu işi doğrusu? “ dedim.
Bu sırada bir asker çaylarımızı getirmişti. Eşref Albay o gür sesiyle anlatmaya başladı:
“Çocuklar bu yabancı ajanslar bizim üçüncü harekat yapmamızı çok istiyor galiba. İşin doğrusu. Rumlar akşam saatlerinde bizim komutanlığımıza başvurup bu gece EOKA-B’nin kuruluş yıldönümü olduğunu, bunu gece yarısı saat 12.00’de havaya ateş açarak kutlamak istediklerini söyledi.
Bir saat sürecek bu ateş için izin istediler.
Bizim komutanlık ta bunu kabul etti.
Ancak saatleri o gece bir saat geriye aldıkları için bazı birlikler gece 01.00’de, saat daha 12.00 diye ateşi bitireceklerine devam ettiler.
Bunun üzerine bizim asker de ateş kesilmeyince aynen cevap vermeye başladı ve böyle iki saat süreyle bu karşılıklı ateş devam etti. Sonra da iş anlaşılınca özür dilediler.
Yani anlayacağınız savaş mavaş yok. Keyfinize bakın.”

Eşref Bitlis Albay’ın bu güzel anlatımından sonra kendisinden izin aldık ve doğru otele geldik.
Fakat o dönemde telefon etmek öyle kolay değildi. Santrala yazdırıp bir saat kadar bekledik. Tabi ki bu arada gün ağardı. Saat 05.00’e doğru gazetenin santralı ile konuştuk. Nöbetçi yazı işleri görevlisi ile konuştum ve olayı anlattım, Nezih Bey’e bilgi vermesini söyledim.
Bu kez o bana, “Bu saatte Nezih Beyi rahatsız edemem” dedi. Ben de kendisine “Vallahi o beni gece yarısı 03.00’de aradı. Sen bilirsin“ deyince, “O zaman arayayım” dedi ve kısa bir konuşma yaptık. Teşekkür etti.
Ertesi gün Eşref Bitlis’i ziyarete gittim. Sabah 11.30’du. Traşını olmuş ve gayet dinç gözüküyordu.
Hiç uyumamıştı. Ama öyle bir görüntüsü yoktu.
Alayının başında bir gurur abidesi gibi duruyordu.
Bu nedenle Eşref Bitlis Paşa’ya iddia edildiği gibi bir suikast yapılmışsa, yapan bu dünyada olmasa bile öbür dünyada mutlaka bunun cezasını çekecektir.

Not:
Fotoğraf 1974 yılında Kıbrıs’ta çekilmiş, ön taraftaki Kolordu Komutanı Magosa Kahramanı Korgeneral Bedrettin Demirel, arka planda görülen Kurmay Albay Eşref Bitlis’in birliğini denetlerken.

Faik Kaptan