2004 yılında da ufukta sansür görünüyormuş. Orhan Abi’den size

2004 YILINDA DA UFUKTA SANSÜR GÖRÜNÜYORMUŞ
65 yıllık gazetecilik yaşamımın 53 yılı, gazetecilerin ve mesleğimizin sorunları ile ilgilenmekle geçti.
1969 yılında Balotaj Kurulu üyesi olarak Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’ne gitmeye, Osmanlı döneminde mesleğe başlamış ustalarla tanışmaya başladım. 7 Nisan 1971’de Türkiye Gazeteler Sendikası Genel Merkezinde Yönetim Kurulu üyesi oldum. 12 Mart ara ve kara rejiminin en civcivli günleriydi. Sıkıyönetim Komutanlığı Karargahındaki duvarda yer alan çizimde TGS’nin üzerinde çarpı işareti olduğu anlatılırdı.
Sadece sendika yönetimi değil, üyeleri de meslek sorunları ile yakından ilgiliydiler.
***
Çalışma raporları Türkiye Gazeteciler Sendikası’nda 1971 -72, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nde de 1973-74 dönemlerine kadar teksir makinasında kağıtlara basılırdı. Ruhu şad olsun Ziya Sonay kitapçık olarak bastırılmasını önerdi ve beni araştırma yapmaya zorladı.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nde ise tadını aldığım için ben Genel Sekreterimiz Mustafa Yücel Hoca’ya önerdim. Hoşuna gitti ve kitap dönemine geçildi. Şunu da vurgulamak isterim; TGC raporlarına bakılmadan yazılan basın tarihleri eksik demektir.
Genel kurullar 1975 yılına kadar Cemiyet binasının ikinci katındaki TGS bürolarının önündeki boşlukta iskemleler dizilerek yapılırdı.
Bir keresinde üyelerden bağış istenmesi gündeme gelmişti.
Yaşıtlarından biri, cimriliği ile ünlü Halil Lütfü Dördüncü’ye laf attı.
“Halil Lütfü sen ne vereceksin ?”Yanıt tam bir hazır cevaplık örneği ve
kendisini anlatan türdendi” Selam vereceğim”
***
Yine bu 53 yılın 44 yılı Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ile Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın yönetimlerinde geçti.
1994 yılında Cumhuriyet’te bir köşem oldu. 2001 yılında ise köşe yazarlığına başladım. Konularım arasında doğal olarak meslek sorunları da yer aldı. Onlardan birini daha 18 yıl sonra aşağıda gündeme getiriyorum.
***
Mesleğime olan borcumu ödemek amacıyla çalışmalarımı sürdürmek niyetindeyim.
Yazacaklarım “Basın Tarihine Katkı” kapsamında olsun istiyorum.
Önce geçmişe gidelim ki bugünü daha iyi anlayabilelim.
Yürütme erkinin raflarında “Devletin yüksek çıkarlarını korumanın yolunun vatandaşlarını ezmekten geçtiği“ inancıyla hazırlanmış taslaklar olduğuna tanık olmuştum. Devlet denilenin aslında siyasal iktidar olduğunu da eklemeliyim.
Ve bir anımsatma: Yanlıştan dönmek bir erdem uygulamasıdır.
XXX
Ufukta sansür görünüyor
3 Haziran 2004 / Cumhuriyet gazetesi
Necmettin Erbakan Hoca’nın devr – i iktidarında yaşanan tartışmaların bu güne de yansıyacağına, rüyamızda görsek bile inanmazdık.
İnanmama nedenimiz, şimdiki iktidarın “ Milli Görüş” konusundaki dışlama açıklamalarından değil, 1996’dan bu yana geçen sürede Avrupa Birliği’ne girmek amacıyla harcanan çabalardan kaynaklanıyor.
Bir yandan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10’uncu maddesine uygun ve ifade özgürlüğünün yaşama geçirmesini sağlayacak yasalar çıkarıyoruz, öte yandan bu çalışmalarla taban tabana ters düşen taslaklar hazırlıyoruz. Hem de Erbakan Hoca’nın taslaklarına rahmet okutacak bir içerikle…
***
Önce geriye dönelim.
Erbakan Hoca 1996’da kafasını “ yalan haber” kavramına endekslemişti.
Mısır ve Libya’daki onur kırıcı olaylarının yaşandığı seferinden döner dönmez, ayağının tozuyla konuşmuştu:
“Şimdiden haber veriyorum, sonradan frenleri tutmayabilir. Çok yakında yalan haber yazılmasını önleyecek önlemleri alacağız. Dünyanın hiçbir yerinde basın, yalan haberle yaşayamaz“
Refahyol iktidarının lideri böyle der de partisinden Adalet Bakanı atanan Şevket Kazan durur mu? Hazırlanmış olan “Basın Paketi” ni açıklayıverir.
Başbakan Tansu Çiller’in de desteklediği pakette yalan haberi önlemenin yollarından biri olarak şu sınırlamaya da yer verilmiştir.
“a) Devletin siyasi veya mali itibarını sarsan veya kamunun telaş ve heyecanına neden olan veya tahrik eden yalan haber veya havadisleri yahud yanlış metinleri,
b) Bir kimseye isnad olunmuş asılsız veya tahrif edilmiş vesika veya beyanları yazanlar, yayınlayanlar fiilleri başka suç oluşturursa dahi….. cezalandırılır.”
O dönemde bu girişimin, Sıkıyönetim ve Olağanüstü Hal sınırlamalardan bile geriye düşen bir yaklaşım yansıttığını söyleyip anılan yasalarda bile cezalandırmak için “özel kast“ koşulunun varlığının kanıtlanmasının arandığını belirtmiştik.
Tepkiler üzerine taslak, geleneksel yaklaşıma uygun olarak uykuya yatırılmıştı.
***
Bugüne gelince…
Bankalar yasası taslağını 172 ve 185’inci maddelerini okuyunca Erbakan Hoca ile Şevket Kazan’a yönelttiğimiz eleştirilerden nedamet duymak gerekip gerekmediğini konusunda ikircikleniverdik.
Çünkü taslaktaki maddeler yalnız yalan haberin değil doğru haberlerin bile yayınlanmasını yasaklayıp para cezası dışında bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilmesini öngörüyor.
Sansür ki ne sansür. Anayasa yasaklamış ama sansürü dik âlası yolda… Taslağı 172’nci maddesindeki yayın yasağı şöyle tanımlanıyor:
“ …belirli bir banka veya özel finans kurumu belirtilmeden genel olarak bankaların veya özel finans kurumlarının güvenilir olmadığını, banka veya özel finans kurumlarının olumsuz etkilenmelerine neden olabilecek surette….”
185’inci madde daha da sınırlayıcı, doğru haberi bile yasaklama amacını güdüyor.
“…. bir bankanın veya özel finans kurumunun itibarını kırabilecek, şöhretine veya servetine zarar verebilecek bir hususu isnad eden ya da asılsız olsun olmasın bu nitelikte haber yayan….”
***
Yayın organlarının ekonomi servisleri, kendi içindeki alanlarda da uzmanlaşmış gazetecilerden oluşuyor. Ama finans, Borsa ve bankacılık alanlarında görevli arkadaşlarımız bundan sonra pembe gözlükle çalışmak zorunda kalacaklar. Hem de yasa zoruyla…
Halkın bilgilenme hakkı ise sansüre kurban gidecek…
Orhan Erinç
Kaynak facebook
https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=pfbid02fU6DgxtJ7vR2riXNy4eBJow4BBbYeyTdUgZw89vPDZHEUnPqCbtAWuBLrZQZ9K6Fl&id=100013479360032